Man On Wire, yönetmenliğini James Marsh’ın yaptığı 2008 ABD yapımı belgesel türündeki filmdir. Philipee Petit’in, New York’daki ikiz kulelerin arasında illegal bir şekilde ip üzerinde yürüyüşünü anlatıyor. Bu olay “yüzyılın sanatsal suçu” olarak anılmaktadır. Film, ismini Philipee’nin ikiz kuleler arasındaki geçişi sırasında polis telsizinden geçen “man on wire” anonsundan almıştır.
Man On Wire
Man On Wire, yönetmenliğini James Marsh’ın yaptığı 2008 ABD yapımı belgesel türündeki filmdir. Philipee Petit’in, New York’daki ikiz kulelerin arasında illegal bir şekilde ip üzerinde yürüyüşünü anlatıyor. Bu olay “yüzyılın sanatsal suçu” olarak anılmaktadır. Film, ismini Philipee’nin ikiz kuleler arasındaki geçişi sırasında polis telsizinden geçen “man on wire” anonsundan almıştır.
Yasaların
engellemelerini, filmin ilk sahnelerinde televizyondan gördüğümüz haberden
anlıyoruz. Fakat Philipee ve arkadaşlarının televizyonda bahsedilenleri
duymaması ya da umursamıyor olması gelecekte olacak olan karşı gelmenin ilk
mesajını veriyor. Bu yönüyle ve filmin tamamıyla bağlantılı olarak, polisiye
belgesel olarak adlandırılabilecek bir nitelik taşımaktadır.
Filmde,
röportajların olduğu sahnelerde arkada gölgesi görülen kamera, bunun belgesel
film olduğu gerçekliğini yansıtmaktadır. Kurgunun ve gerçekliğin, bana göre, eşit oranda dağıtıldığı filmde kameranın
görünmesi filmin belgesel olduğunu kurgu içerisinde hatırlatıyor. Bu da
gerçeklikten kopmayı engellemiş oluyor.
İkiz
kulelerin yapım aşaması ve Philipee Petit’in çocukluk fotoğraflarının slayt
şeklinde geçişi ekran ikiye bölünerek anlatılmış. Yönetmenin, Philipee’in, ikiz
kulelerle yani bir nevi hayaliyle büyümüş olmasını, izleyiciye daha ilk
dakikalarda göstermek istemesindendir. Philipee’in filmin sonlarına yaklaştıkça
göreceğimiz şöhret sarhoşluğunun nedenini şu şekilde bir karakter analizi
yaparak anlayabilmemiz mümkün: İkiz kuleler tamamlana kadar hayalleri de
onlarla birlikte büyüdü. Bunun da senelerce beklediği ve üzerine çalıştığı
hedefini gerçekleştirmesinin verdiği aşırı özgüvenden olduğunu düşünüyorum.
İkiz
kulelerin inşa aşamasına, Philipee’nin büyürkenki hayallerine, ip cambazlığına
nasıl başladığına, plan aşamasındaki hazırlıklara, filmde yeterli düzeyde
bahsedilmiş. Bu aşamalarda etrafındaki insanların ona olan inancını da
görebiliyoruz. Philipee’in yanında olup onu destekleyen insanları, kendisine
nasıl inandırdığını başlarda onlarla olan diyaloglarını daha sık göstererek
işlemesinin daha başarılı olacağını düşünmüştüm. Fakat belgeselin daha sonraki
röportajlarında, öncesinde bahsedilmesinin aslında samimiyetsiz duracağı
fikrine vardım. Bu yüzden, kişiler arası diyaloglar doğru yönde kurgulanmıştır.
Yönetmen
James Marsh kurguda, dört aşamayı başarılı bir şekilde bağlamıştır. Yani ikiz
kulelerin yapım aşamasında seyreden olaylar, Philipee ve takımının hazırlık
aşaması, hayallerini gerçekleştirmeleri ve sonrası röportajların geçişinde bir
kopukluk yaratmamış. Üstelik film içerisinde bu aşamalar belirli bir sıra
içerisinde değil de, dağınık olarak kurgulanmasına rağmen. Özellikle bu geçişi
en başarılı bulduğum sahneden örnek bir replik verecek olursam:
“ - Ya hala bekçi buradaysa, hala bekliyorsa?
-
Beklemek zorundayız.
Izdıraptan kurtulmak için anılarıma dönüyorum.”
Diyerek, zamanlar arası geçişi doğru yönde
kullanmıştır..
Olayın
planlanması ve realize etme süreci filmde tüm ayrıntılarıyla gösterilmiştir.
Aynı zamanda Philipee ve arkadaşlarının birbirleriyle olan ilişkileri de
incelenmiştir. Jean – Louis ile olan tartışmalarından, Jean – Louis’in korkuyor
olmasının sebebinin Amerika’nın toplumsal düzeninden olduğunu anlıyoruz.
Yönetmen, bu sebebi öğrenmemizin ardından o dönemde Amerika’da gerçekleşen bir harekattan
bahsediyor. Gerçekçi ve nesnel olması adına, o dönemde Amerika da yaşanan
siyasi problemlere, kısa görüntülerle yer vermiştir.
Philipee’nin hayalini gerçekleştirmesi için hayatına giren yeni kişiler
filmde de, zaman sırasına uygun olarak dahil edilmiştir. Ayrıca yeni gelen
kişilerin Phipee’ye olan hislerine ve birlikte yaşanmışlıklarına da yer
verilmiştir. Böylece, izleyicinin, konuya dahil olan herkesi içselleştirmesi
kolaylaşmış ve kurguda kopukluk olması engellenmiştir.
Filmdeki
canlı kamera kayıtları hikayeyi zenginleştirmiştir. Geçmiş zaman siyah – beyaz,
gerçek kayıtlardan alınmış görüntüler sarartılmış, şimdiki zaman ise renkli
gösterilerek zaman algısında bir düzen oluşturulmuştur. Filmin son
dakikalarında ise, kurgusal oyunculuk yerini, daha çok gerçek fotoğraflara ve
insanlara bırakıyor.
Kamera,
son sahnede Philipee’yi telin üzerinde çekiyor . Hala büyük bir ciddiyet ve
tutkuyla yürüdüğünü bu sahnede görüyoruz.
Genel
anlamda bir ip cambazının tutkusunu ve hayallerine giden yoldaki adımlarını
anlatan belgesel film, Philipee’nin sıra dışı hikayesi ve şöhret sonrası insan
ilişkileri olarak incelendiğinde:
Philipee’nin
sıra dışı hikayesinin altında yatan mesaj, insanoğlu tutkularını zorluk
derecesi ne olursa olsun başarılabileceğidir. Ancak burada üzerinde düşünülmesi
gereken iki faktör: destek ve şanstır. Philipee bu yolda tek başına olsaydı
başarabilir miydi bu konuda emin olamayız. Ancak güveneceği insanlar olmasaydı
ben başarabileceğini düşünmüyorum. Çünkü her şey bir yana teli bağlama sürecini
tek başına yapabilmesi mümkün değil. Diğer bir yandan Philipee’ye şans faktörü
de yardım etti. En basitinden, karşısına çıkan insanlar bile onun şansıydı. Telin üzerinde yürüyeceği
gün hava şartlarının istediği gibi olması gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Başka
bir açıdan da başına gelen olumsuzlukları da şansa çevirmesini bildi. Ayağına
batan çivi sonucu ayağının alçıya alınmasının ona yardımcı olduğundan bahsetti.
Bu sayede kimse onun kimliğini sormadan ikiz kulelere henüz yapım
aşamasındayken girebildi. Bu da daha sonra kuracağı düzeneği kafasında net bir
şekilde tasarlamasına yardımcı oldu.
Şöhret
sonrası durum Philipee’nin tutumları, izleyiciye etik gelmeyebilir. Çünkü
sevgilisi Annie ve arkadaşlarının Philipee’nin tutkusunu gerçekleştirme
sürecinde hep destek olması, fakat onun tutkusunu gerçekleştirdikten sonra
sergilediği tutumlar empati kurulmadığı sürece doğru gelmiyor. Fakat ben bu
durumu bir tepki olarak algıladım. Her karakter yaşadığı durumlara olan
tepkisini farklı olarak yansıtır. Petit’de bu tepki, saplantılı duyguların dışa
vurumu olarak yansımaktadır.
0 yorum:
Yorum Gönder